Category Archives: Perakende

Keşif


Dün iş için bir fotoğraf arıyordum. İçinde çok fazla eşya satılan mağazalardan bir kare bulmak istedim. Bir sürü bileşen arasından farklılaşmayı anlatacaktım.

Fotoğraflar arasında gezerken çeşitli dükkan fotoğraflarına geçtim. Artık her şey sınıflandırılmış, temiz ve belirli gruplar içerisinde mağazalarda satılıyor. Mağazalar farklı bir konsept sunmuyorsa aydınlık bir ortamda hizmet veriyor.

Genelde ihtiyaç olan şeyi alıp bir an önce ana işlere odaklanmak tercihim olsa da bazen bir şeyleri karıştırmak, kalabalık içinden keşfedip bulup çıkarmayı arıyorum. Aksesuarları özellikle takı, çanta vs. seviyorum. Her şeyin bir arada bulunduğu uygun fiyatlı takı mağazaları, züccaciyeler, eski eşyalar satan mağazalar, Tahtakale’deki dükkanlar tarzı yerler ve Miniso gibi renkli renkli farklı ürün gruplarının birarada bulunduğu yerler buna imkan veriyor. Yanlış hatırlamıyorsam eskiden Caddebostan barlar sokağında böyle bir mağaza vardı. Bir sürü karmakarışık eşya arasından bir şeyler bulup çıkarmak, onun küçük bir şey de olsa sana ait bir hatıra haline gelmesi.

Belki bu motivasyondan yola çıkarak yeni bir konsept üretilebilir. Yerel bu tarz mağazalar var ama daha zincir şeklinde bir hazine avı keşfi yolculuğu gibi hizmet sunan yerler de iş yapardı.

Özellikle turistik yerlerde, insanların gezmeye ve keşfetmeye vaktinin olduğu veya bunun için oraya gittiği yerlerde açılabilir. Alışveriş ihtiyacın olmasa da böyle yerlerde dolaşmak kafa da dağıtabiliyor.

Tabii orayı temiz tutmak, stok ve depo tutabilmek ve müşterilere fazla karışmadan soru sorulduğunda o karmaşayı bilip ürüne yönlendirecek bilgiye sahibi olan çalışanları yönetebilmek kolay bir şey değil ancak neden olmasın?

İnternet mi, market mi?


Borough-market

Son zamanlarda “Getir”, “Tıkla Gelsin” vb. uygulamalar müşteri kazanmak için ilk siparişte indirim veriyorlar. Benzer firmalar madem bu alanda çok müşteri var, ben de pastadan pay alayım diye birer birer piyasaya giriyor. Getir’in sistemini profesyonel bulsam da, bir iki kere indirimlerini kullanıp sonra uygulamayı siliyorum. Çünkü Migros Sanal Market’in uzun zamandır müşterisiyim ve değiştirmeyi düşünmüyorum. Hatta Migros da bu alanda yatırım yapıyormuş ancak hızlı hareket edemedi diye düşünüyorum. Her yerde mağazası olduğu için depo konusunda avantajlı başlardı.

Metro Cash & Carry’nin Türkiye’de Kötü Yönetilmesi

Markete gidiş dönüş süresini zaman kaybı olarak görüyorum ve genelde market siparişimi internetten veriyorum. Migros’un hem market içi hem de sanal market elemanları ölçülü ve müşteri odaklı. Market alışverişlerimi Migros ve Carrefour’dan yapıyorum. Alacağım eşyaya göre Ikea da devreye giriyor. Bu üç şirket de iyi bir müşteri deneyimi sunuyor, çalışanlarını iyi seçiyor. Metro ise kapısından bile girmeyeceğim bir market. Yurtdışında daha güçlü bir marka olmasına rağmen Türkiye’de kötü yönetiliyor.  Market işinin genel olarak karlı olduğunu düşünüyorum ancak Metro üst yönetiminde önemli değişiklikler yapmazsa fark yaratamayacak gibi duruyor. 10-15 sene önce olumlu anlamda diğerlerinden farkı vardı, ancak bu fark şimdi nedir tanımlayamıyorum.  Hatta geçenlerde işi geldi buradaki ürünleri öğren diye ama markaya inanmadığım için yapmak istemedim. Zaten verilen brief de absürt, binlerce ürünü olan marketteki hangi ürünü öğrenip çevirisini yapayım?! Yurtdışından geldiği için kimse duymaz rahat rahat konuşuyorum.

Örneğin “Getir” yemek siparişinde “Yemek Sepeti’nden” farkını “Yemeğin gerçek fotoğrafını gör, öyle sipariş ver” diye anlatıyor.

Şirketler birbirinden ayrışacak alanlara yatırım yapmazsa uzun vadede marka değerini kaybediyor.

Genel anlamda kurumların çalışanları iyi olursa bu müşteri deneyimine yansıyor. Perakende için en zor şeylerden biri olan eleman seçimi, eğitimi ve bu kişilerin şirkette kalması konusunda Carrefour, Migros ve Ikea özel bir çalışma yapıyor olabilir. Bu yolla müşteri deneyiminde fark yarattıklarını düşünüyorum. Zamanım kısıtlıysa Migros’ta otomatik hızlı kasalarda da kimseyi beklemeden çok hızlı şekilde alışverişi tamamlıyorum, kimse gelip karışmıyor.

Konuya meraklı olduğum için bazen arkadaşlarıma soruyorum. Herkes benim gibi hız, pürüzsüz bir deneyim peşinde değil. Bazısına market alışverişi yapmak, vakit geçirmek zevkli geliyor. O zaman da market içi atmosfer, aktiviteler, çalışanlar vs. daha öne çıkabiliyor.

977ca5_7e73169a943342faa5d76a6eaee19886_mv2_d_2016_1512_s_2

Bazıları da teknoloji, giysi alışverişine vakit ayırmayı seviyor olabilir. Orada iş bitirmekten çok bu aktiviteyle eğlenme güdüsü var. Şirketler de müşteri profillerini daha iyi analiz edip, herkese göre farklı strateji oluşturabilir. Ancak genelde bir trend peşinden gidiyorlar. Bir ara market içi deneyime herkes yatırım yapıyordu, şimdi internete.

 

 

Kaldırımda Çıkan Çiçek Misali Yeni Reklamlar


Sorgulayan düşünce insanları, gazeteciler, yazarlar ve akademisyenlerin önü kapandığında hiç akla gelmeyecek bir kanal konuşmaya başlar. Belki de yönetenler kadar güçlü oldukları için zaten tek karşı çıkabilecek onlardır. Güçlü markaların farklı reklamları.

Nike’ın reklamlarını Türkiye’de hatta dünyanın başka ülkelerinde hep İngilizce görmeye alışıktık, belki de Amerikan spor kültürünün altını çizmeye çalıştıkları için bilinçli bir stratejiydi. Fransız parfüm reklamlarında yerel dile çeviri olmaması, reklamların içeriğinin Fransızca bırakılması parfümün Fransız kökenine bir vurgu niteliği taşıyor. Nike da işte bu nedenle ya yerelleştirme yapmayan ya da çok az sayıda reklamı çeviri yaparak yerelleştiren bir markaydı. Hatta yerel dilde baştan çekilen reklamlar oldukça azdı. Hem bu yönden hem de farklı bir kanaldan gelen tepki için iyi seyirler…

Belirsizlik insana neler yaptırır? Harvey Nicholes!


Tanıdık ortamlarda kendimizi güvende hissediyoruz, çevremizde hep tanıdık kişiler görmek istiyoruz. Kriz ortamı kültürel olarak yıllardır içimize işlediği için hep bir geleceği bilme ihtiyacı içerisindeyiz. Belki Türklerin diğer kültürlere göre fallara bu kadar düşkün olmasının sebebi bu belirsizlik ortamıdır. Sürekli mali olarak yarın ne olacak kaygısı bizi düşündürtüyor bu nedenle geleceği öğrenmek istiyoruz. Her şeyi son dakikaya bırakma, son anda harikalar yaratabilme yeteneği genetik kodlarımıza kadar işlemiş. Bu nedenle Türk yöneticilerin dünyadaki uluslararası şirketlerin kriz yönetimi gerektiren pozisyonlarında bir numaralı aday olması hiç şaşırtıcı değil: https://www.capital.com.tr/haberler/tum-haberler/what-do-they-think-of-turkish-executives

 

Bu yaz gittiğim Fethiye’de insanları tanıdık bir ortamda, evinde hissettirme uğruna neler yapılabileceğini gördüm. Marka isim katliamı olmuş ancak resimdeki dükkanlarla markanın asıl sahiplerinin uğraşacağını bile düşünmüyorum. Durum içler acısı şöyle ki tüm dükkanlar neredeyse İngiltere’deki mağazaların isimlerinin bir harfle değiştirilmiş hali, bazı zamanlarda da benzer logo ve yazı stilleriyle isimlerin çarpıtılmış hali. Bu plan Fethiye’de yaşayan İngilizleri daha çok satın almaya itiyor mudur bu bir araştırma konusu olabilir.

Esnaf kakafoniden, her şeyi biraraya getirme ve satma kültüründen bir perakende kültürü çıkarmış. Aynı mağazada terlik satıyor, biblo satıyor, çakmak satıyor, oyuncak satıyor. Ne bulursa dükkana yerleştirmiş. Sadece rengarenk ve kalabalık olduğu için içeri bakma ihtiyacı hissediyorsun. Belirli bir alana odaklı ürünleri satma anlayışı yok. Işıl, ışıl rengarenk geniş mağazalarla algıyı çekmeye çalışıyor. Bu da onların kriz yönetimi belki. Türkiye’deki terör olaylarından sonra az gelen turisti de elinde tutmaya çalışıyor, nereden hangi ürün ihtiyacından yakalarsam kardır diye bakıyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

Kahve Bahane Sohbet Şahane!


“Sondan Sonra” oyununu geçen hafta izledim. Özel tiyatrolar seyirci çekmek için çoğunlukla komedi oynuyorlar, cesur olarak farklı bir tür seçmesinden bile Duru Tiyatro’nun oyunu seyredilse ne iyi olur. Oyunun baştan sonra gerilimi, güç eline geçince “insanlıktan” çıkan insanların, gitgide gücü arttırarak diğer insanları pasifleştirmek için kullanması konusunun güncelliği bana epik tiyatro anlayışını anımsattı. Emre Kınay’ın da, Ahu Türkpençe’nin de oyunculukları sahici, harikualde.

sondan_sonra_afis

Oyunun gerilimi başından beri insanı sarsıyor, hep diken üstündeydim. Geriliminin bir inişi çıkışı olsaydı belki daha iyi olurmuş. Yiyecek içecek kıtlığı olan bir yerde oyunun en başından birbirlerine kızıp bardaktaki, ısıtıcıdaki  vs suyu lavaboya dokmelerine takıldım bir de, kıtlık olan yerde habire su boşa harcanmaz ki kardeşim 🙂 Bardağı sahneden kapıp yerime donmek istedim habire. Bir de sonunda Ee ne oldu şimdi? hissi oluşuyor, böyle uzun bir oyun daha zekice bağlanabilirdi; güncel bir habere, duruma atıfta bulunulabilirdi belki.

Oyunun konusu itibarıyla içim şişerek eve döndüm. O gün de telefonumla ilgili bir durum vardı, o yüzden akşam eve dönünce Turkcell’i aradım. O gerilimin üzerine nasıl bir sevgi pıtırcığı durumudur, bir anda psikolojik terapiye gitmiş oldum. Belki profesyoneller kulübüne ayrı bir hizmetleri vardır bilmiyorum ama bekletirken “Gününüz nasıl geçiyor efendim, güzeldir inşallah” diye sohbet açmaya çalışmak, “kendinize çok iyi bakın” diye uğurlamalar vs; müşteri ilişkilerinden ayrı bir seviyeye ulaşmışlar. Hizmet konularıyla ilgilenenler varsa arayın konuşun hakikaten farklı bir hizmetleri var, laubali de değiller. Arama nedenim olan konuyu unutup, konuştuğum kadına oyunu anlatacaktım neredeyse. Turkcell kurulduğundan beri son zamanlarda en fazla gelirini elde eden şirketin başarısında bu yaklaşım etkilidir diye düşünüyorum.

nov14-satz

İletişim bana göre yapılan işin Türkiye’de %90’lık kısmını oluşturuyor. Kendi iş deneyimimden de söyleyebilirim; sohbet ettiğim, gayri resmi bir şekilde  iletişimde bulunduğum kişiler her zaman toplu attığım e-mail’lere daha çabuk, daha çok katkıyla geri dönerler. Onlarla hep daha iyi işler yaparım. Duygusal insanlarız, olumlu ilişkimiz olan gördüğümüz bildiğimiz sohbet ettiğimiz insanlara daha verici oluyoruz. Aldığım geribildirimlerden de şu sonuca varıyorum, işe ne kadar yeni şey katarsanız katın, az zamanda ne kadar çok iş yaparsanız yapın insanlar sizden sohbet bekliyor, en azından Türkiye’de bu böyle…

Hatta geçenlerde müşterilerini gören aşçıların daha memnun müşterilere yol açtığını, daha lezzetli yemekler yaptıklarını kanıtlayan bir deneyle ilgili yazıyı okudum. İlgilenenler Harvard Business Review’in kasım ayı sayısından okuyabilirler.

İletişim her şeydir, iş ardından gelir diyerek sonlandırıyorum.

Eylüle Doğru


Ağustos ayını bitirip Eylüle kısa bir Ege ziyaretiyle başladım. Küçükkuyu, Assos, Geyikli ve Bozcaada arası dostlarla mekik dokuduk. Bir emekli ilçesi olan Küçükkuyu aynı bir değişiklik yok. Tatillerde bayramlarda sahilde birkaç yaşlı masası artış gösterir sonra eski sakinliğine geri döner zaten. Arada tek tük uğradığım için akşam rüzgarını unutup titrediğim sahilinde yürürken fotoğraftaki tekneyi gördüm. Hep melankolik tekne adlarını görmeye alışkın olduğum için bir bilim olarak Ekonomi olan tekne ismine anlam veremedim. Sahibi ne düşünerek isim koydu acaba? Tahminleri beklerim.

Picture
Ege’de telefon kullancıları için internet maalesef pek çekmiyor, birkaç kişinin paylaşımından Nike’ın linkini aşağıda paylaştığım reklam filmini gördüm gezerken. Türkçe bir reklam filmi görünce şaşırdım ve hemen eve gelip bölük pörçük izleyebildiğim videonun tamamını izledim. Şaşırma sebebim Nike’ın daha önce Türkçe reklamını hatırlayamamamdı. Genelde outdoor spor, ABD, özgürlük vurgulaması için bu tip spor markalarının reklamları birçok ülkede yerel dile çevrilmiyor; bile bile İngilizce bırakılıyor. Aynı şey parfüm reklamları için geçerli; Fransız etkisini, bohemliğini, seksiliği esinlendirmesi için Fransızca sözler parfüm reklamlarında aynen bırakılır, o ülkenin kendi diline kasti olarak çevrilmez. Nike’ın Türkçe seslendirmesi ve yazıları farklılaşan bir girişim olmuş, çeviriye rağmen markanın kişiliği seyirciye geçmiş hatta daha güzel olmuş.

Sessiz sakin yerler gezdiğimiz için yazın beynimize istemeden kazınan pop müzik pek duymadık. Ancak önceden telefonuma indirdiğim bazı şarkıları arabada, uçakta dinleyebildim. Şu internet sorunu olmasa Spotify gibi uygulamalar Türkiye’ye gelse ne muhteşem olurdu. Spotify’le internetin olduğu yerlerde bilgisayara, telefona şarkı indirmeye gerek kalmadan kafana göre müzik dinleyebiliyorsun duyduğum kadarıyla, hatta telif hakları çok daha sıkı korunmuş oluyor. Müzik uygulamalarının geleceği burada yatıyor bence. Umarım yakında Türkiye’de uygulama kullanılabilir hale gelir. Bir de yer uygulamalı bir müzik uygulaması olsa tadından yenmez, her ülkede ne dinleniyor, yerel sanatçılar kimler bir yönlendirme bu tip uygulamalara entegre olursa çok işe yarardı.

Müzik, dergi, kitap ve sohbet derken yazın meltemi üzerimde hafif kaldı. Tüm yaz yerinde duran heybetli balıkçı tekneleri döneceğim gün sefere başladı. Balık avlama yasağının kalkmasıyla herkes de bir umut ağlar hazırlanmış, arkasından el sallayan bir kalabalık bırakarak yola koyuldular.Tatilin bitişini bu manzara bir kez daha hatırlattı. Güle güle Küçükkuyu…

Elma Kurdu


Cumartesi günü İzmir’deydim ve çocukluğumdan beri gitmediğim İzmir Fuar’nı ziyaret ettim. En son 5-6 yaşında aynı fuara gittiğim için bende burası Elma Kurduyla özdeşlemişti, çünkü lunaparkta yüzüm kıpkırmızı olana kadar elma kurduna binmiştim. Aradan 20 sene geçmiş ancak aynı elma kurdu orada duruyor. Seneler öncesinin korku tüneliymiş, baleriniymiş herkes aynı oyuncaklar için sırada.

Fuarda başka neler var onlara gelelim. İnternetin, networkun yaygınlaştığı günlerde fuarların kalması şaşırtıcı dolayısıyla insan nostaljik bir şey bekliyor. Ancak tamamen tüketim üstüne yoğunlaşmış o ürünü deneyin, bu ürünü tadın kıvamında bir hiper marketin açık hava versiyonu gibiydi her şey. Her çeşit sektör ve ürün fuarda yer aldığı için bir konsept yok, bir düzen ve yönlendirme yok. Birçok ülkenin katıldığı resim sergisinin panolarının yarısı boş, satılmak üzere sunulan perakende ürünlerinin olduğu hangarlar soğuk ve kakafonik. Gıda güvenliği yerlerde, açık havada toz duman içinde pişen dönerin kokusu ortalığı kaplamış. Fuarın tek güzel yanı tiyatro, sinema ve girişte Bekir Coşkun’un yazılarıyla dillenen resim sergisi.

Halbuki genç gruplar, sanatçılar ve zanaatkarlar için harika bir fırsat olabilirdi. Fuar gibi eski bir kavram nostaljiyle birleştirilirse duyguya daha çok hitap edebilir, İzmir halkını biraraya getirir.

Fuarı elma kurduyla hatıralarda hatırlamak en iyisiydi galiba. Gidemediğim için yaktığım Red Hot Chilli Peppers biletlerime değmedi.

Perakendenin Kozası


Ortaokul ve lise yıllarında içimde dışarı çıkıp alışveriş yapmak için bir heves olurdu. Heralde yanımda büyüklerden biri olmadan tek başına bir şeyler almanın heyecanıydı bu. Şimdi alışverişe çıkmak, bir şeyler almak için bakınmak angarya gibi geliyor. Geçen sene bir dönem Los Angeles’a bir seyahatim olmuştu, sadece orada birkaç mağazayı görüp heyecanlanmıştım.

Şu sıralar perakende durgun bir dönemde. Birbirine benzer ürünler, benzer beyaz sütunlar, benzer satış elemanları bu durgunluğu daha da perçinliyor.

Her yerde aranılan şeyler çok çabuk bulunuyor ve maliyetlerle çok oynanamadığı için ürün fiyatları arasında pek fark olmuyor. Bu nedenle fiyat ve promosyon odaklı bir yaklaşım gelecek yıllarda pek mümkün görünmüyor.

Birkaç alanda perakendenin bu kaskatı kozasını kırabileceği fırsatlar var:

1) Mağaza, market vs. içinde eğlence!!!

Çoğumuzun televizyon izlemediği, birçok şeyi internetten yaptığı ve izlediği bir dönemde aslında mağazaların kendini farklılaştırıp, reklam olarak kendini birebir kullanabileceği o kadar yol var ki. Bir şeyler satmak için insanları kapıdan içeri sokmak ve sonra da orada onlara heyecan verici bir şeyler yaşatmak bu sektörün geleceği olacak gibi görünüyor.

Bir mağazaya girdiğimizde ürünün değil o markanın “albeni”si oluyor. Bahsettiğim yolculuğumda karşılaştığım birkaç mağazadan bahsetmek istiyorum. Abercrombie’ye veya Forever 21’a girdiğimde mağazanın kokusu, çalışanların enerjisi ve konuşma tarzı, çalan müzik, görsellerin tümünün verdiği mutluluk, o mutluluğu sanki satın alacakmış hissini veriyor. Bu nedenle oraya ayaklarımız götürür oluyor.

Mağaza içinde, çevresinde gerçekleşen konser, parti, uygulama, sergi ve bilimum aktiviteler markaları farklılaştırıyor. Mesela Bağdat Caddesi’ndeki Mithat Selection eski ve bir aile şirketi olmasına rağmen yazın mağaza önünde mini konserler düzenler, kışın kestane pişirip ikram eder:) Fashion Night Out da bu kategoriye verilebilecek örnekler arasında.

2) Hız

Hepimiz için zaman kararları önem taşıyor. Özellikle her gün aldığımız market alışverişlerinde veya yiyecek, içecekte bir an önce karnımı doyurayım, işim bitsin düşüncesi var.

Mağaza kiralarının çok yüksek olduğu bu dönemde kiosklar hızlı alışverişte güvenli  bir ortam sağlayabilir. Kiosklar, maliyeti düşük küçük kutu mağazacıklar her marka için çoğalacak bence.

Bir de her mağazanın ayrı sadakat kartı var, hiçbir zaman alışverişte alışveriş yaptığım markanın kartını denk getiremiyorum. Bir şekilde yanıma almamış oluyorum:) Tek bir kartta hepsi toplanırsa, kredi kartına veya cep telefonuna bu sadakat programları tanıtılırsa çok daha hızlı ve avantajlı alışveriş gerçekleşir.

Tabii teknolojik çözümler hizmeti hızlandıracak. Müşteriyi tanıyıp, seçeceği ürünü sunan hatta o sormadan öneren  telefon, kart sistemleri için birçok fırsat var.

3) Keşif Mağazaları

Farklı ürünlerin birarada sunulduğu, içeride vakit geçirten, bakındıkça bambaşka ürünler keşfettiren mağazalar; Anthropologie, ABD’deki Apple mağazaları, Tchibo gibi.

4) Kişiye Özgü Herşey!

Hepimiz farklı, bize özel hizmetin peşimdeyiz. Markalar müşterisine göre her şeyi yeniden tasarlıyor.

Nike ayakkabılarınızı NIKEiD’yle tam istediğiniz gibi yaratabiliyorsunuz. Mağaza içerisindeki ekrandan ayakkabınızın materyalini, rengini ve modelini seçip siparişi veriyorsunuz.

Daha geniş bir kitleye örnek de Almanya’dan. Kaiser marketlerinde her şey yaşlılar için. Raflar yaşlı insanlar uzanabilsin diye yüksek değil, koridorlarda yorulanlar için banklar, raf önlerinde görmeyi kolaylaştıran büyüteçler var. Ayrıca her etiket okunaklı olsun diye kocaman.

Türkiye’de perakende için daha girişimci insanlar bir heyecan yaratabilir, renklendirebilir sokakları.

Bu heyecanı İstanbul’da yaratan bir iki yerden bahsederek yazımı bitiriyorum. Yiyecek sektörü her yıl daha da büyüyor. Şehirde yaşayan insanlar yediklerine daha çok dikkat ediyor. Bağdat Caddesi’ndeki Namlı ve Makro Marketleri bu açığı çok iyi gördü ve farklı yiyecek, içecek alternatiflerini hoş bir ortamda insanlara sundu. Birçok çeşit taze sebze ve meyve, şarap, peynir, sos, gurme yiyecek, çikolatanın bulunduğu bu mağazalar şarküteri atmosferinden vakit geçirilecek hoş ortamlara dönüştü. Bu tarz ürünleri hem market olarak satıp hem de içeride hemen tüketmek için restoran sağlayan yiyecek marketleri için İstanbul ve Ankara bundan sonrası çok uygun şehirler.

Örnekler çoğaltılabilir tabii, artık insanları kapıdan içeri sokmak için çok farklı şeyler yapmak, birebir onları çağırmak gerekiyor.

Zaten Türkiye’de birçok insan gezmeyi ailece alışveriş merkezine gitmek olarak algıladığı için pazarlama aktiviteleri mağaza, market, cafe vs. içerisine gittikçe daha çok kayacak.

İnsan faktörü bence burada etkili olacak çünkü Türkiye’de hizmet yurdışında verilen hizmetle karşılaştırıldığında hep daha samimi. Bu sıcaklığı müşterilere ulaşmak için kullanırsak fark yaratabiliriz.