Author Archives: Öykü Yetiş

Yazlıkçıların Denizle İmtihanı


Bu bölgede deniz ayakkabısı satışı çok oluyor. Ancak denize halı sermek de bir çözüm tabii. Ayacıklarımıza taşlar batmasındı!

Keçi Ailesi ve Dünyanın En Küçük Oyun Parkı


Bir çay bahçesi, ağacı ve etrafını oyun parkına çevirmiş. Ağaçta küçük bir salıncak var.

Yaz Evi


Kedileri evlerinden taşımak zorunda kaldım. Daha önce kaldığımız bir köy evinin bahçesine getirdim. Şimdi açık havada, bahçede yaşayacaklar. Umarım ömürleri uzun olur, mutlu yaşarlar.

Eski evlerinin bahçesinde beni koskocaman bir kaplumbağa karşıladı. Bir video çektim, aşağıda.

Tartuffe ve Lokum çok uzun süreden beri evde yaşadıkları için transfer işlemi onlar için endişeli geçti. Çok heyecanlandılar. Ben de bir gün öncesinde uyuyamadım. Mutlu olacaklarını ne kadar telkin etsem de etkilenmişim demek ki. Bir ÖSS sınavı öncesi böyle uyuyamamıştım. Bir de işten ayrıldığımda birkaç gün bu duyguyla uyanmıştım.

İlk gün kedileri bahçeye bıraktıktan, yemeğini suyunu da hazır ettikten sonra oradan ayrıldım, evime geçtim.

Bu yapılmaması gereken bir hareketti. Ertesi gün kedilerin bahçesine geldiğimde onları bulamadım. Her ne kadar bu bahçeyi, evi daha önceden tanıyor olsalar da ilk gün alışana kadar onlarla kalabilirdim. Kedilerinin yerini değiştirenlere önerim hayvanların terk edilmiş hissetmemesi için bir süre onların bulunduğu bölgeden ayrılmamaları olur.

Beni çok üzmediler. Bir gün sonra her ikisi de bahçeye geri geldi. Birkaç gündür beraberiz. Lokum tüm gün geziyor, fink atıyor. Akşama doğru yemek yemeye geliyor. Tartuffe tüm gün benimle balkonda. Bahçeden pek ayrılmıyor. Yaşlandığı ve şişmanladığı için eskisi gibi bahçe duvarlarına atlayıp zıplayamıyor. Şimdi olabildiğince görünür olmaya çalışıyorum. Bahçeye döndüklerinde beni görebilsinler diye oradan ayrılmıyorum. Onları öpüyor, kokluyorum. Çünkü bir süre daha onların yanında olamayacağım, hastanede kalacağım. Artık tek dileğim babamın iyileşmesi ve onunla buraya gelmek.

Akşam eve girmeye çalışıyorlar. İçeri almayınca içim eziliyor. Umarım dışarıda üşümezler diye düşünmeye başladım çünkü hep kapalı ortamda yaşamaya alışkınlar. Uyku tutmadı internetten araştırdım, tüyleri uzun olduğu için yazın çok sorun olmayacağını öğrendim.

Gece yatarken onları düşünüyorum, kalktığımda kendi yemeğim suyumdan önce onlara koşuyorum. Onlara bu kadar bağlanmış olduğumu, bu derece yoğun hissedeceğimi düşünmezdim. Benim canım olmuşlar sanki.

Meraklı Tartuffe’nin daha çok gez dolaş modunda olacağını düşünürken şimdi Lokum dünyayı geziyor. Çünkü Lokum küçücük odasında mutlu, balkona çıkmaya bile istekli olmayan bir canlıydı. Tartuffe kapıları açmaya yeltenir, balkondan meraklı meraklı dışarıyı incelerdi.

Tartuffe hep bana yakın olmak ister, etrafımda oturur. Şimdi de öyle balkonda dibimde oturuyor.

Köye kedileri birkaç yıl önce ilk getirdiğimizde kediler kaybolmuştu. Öğrendik ki Tartuffe her gece caminin kapısını açıp içeri giriyor, üst kata çıkıp halıların üstünde yatıyormuş. Sabah da camiden ayrılıyormuş. Caminin kapısını her gün açık görenler Tartuffe’nin bu her akşam kalmalarını keşfetmiş.

Uzun yıllar beraber ömür geçiren kediler ve insanlar birbirlerinin duygularını okumayı öğrendi. Onların evden çıkmaları gerektiğinin ilk haberini aldığımda uyku tutmadı, kalktım telefonla arkadaşımla konuştum. Onlar da üzüldüğümü, bir şey olduğunu anlayıp yanıma geldi. Ben telefonu kapayıp yatağa dönünce onlar da döndü. Uzun yıllar sonra Maymunlar Cehennemi filmindeki Cesar gibi dile gelecekler belki de. Eminim kediler de insanlar da birbirlerinden etkileniyor, bazı davranışları taklit ediyor, benimsiyor. Hatta benzer davranışları göstermeye başlıyor olabilirler.

Eve alıştı gibiler. Ben gitsem de yemekleri suları hazır olacak. Tek sorun bu yer değişikliğiyle birbirine alışık bu iki kedinin arasının gerilmesi oldu. Belki Tartuffe yeni yerde de üstünlük kurmaya çalışıyor. Lokum bazen kafa tutuyor. Yeniden birbirleriyle yaşamaya koyulmalarını gönülden diliyorum. Lokum şimdilik Tartuffe’nin gazabından korunmak için duvar tepelerine tünüyor. Ufacık bir evde bu hükümdarlıkla yaşamış kızım eminim daha geniş ve özgür bir alanda daha iyisini yapacak.

Umarım bu bahçe yıllarca evleri olur! Babamın hastalığı beni kendime getirdi. Sevdiğim canların yanında olmak, onların yaşayabilmesi için elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Bakalım önümüzdeki ay neler gösterecek, Tartuffe ve Lokum buraya uyum gösterecek mi.

Kafanın açık kısmını güneşten korumak için çareler tükenmez?!


Bursa Günlükleri 2


Bursa’da özel binek araçların üzerine “sürücü adayı” araçlarındakine benzer bir başlık yerleştiriyorlar . Bu araçlar aslında dolmuş. Üzerindeki başlıkta da gideceği semt, bölge yazıyor. Başlıktaki yazıları okumadan arabaların tepesinde uzaktan bir yazı görünce dolmuşları bir süre “sürücü adayı arabası” sandım. Dolmuşları acemi sanıp uzak durdum, seke seke kaçtım.

İstanbul’da dolmuşlar sarı olur. Minibüsler de mavi olur. Bursa’da özel arabaların üzerine başlık koyunca dolmuş olabiliyormuş. Ben bugün bunu öğrendim!😊😊😊

Kedilerin Mutluluk Veren 5 Davranışı


Birkaç gün nefes almak için eve döndüm. Kedilerim onları uzun süre yalnız bıraktığım için bana küsmemişler. Aramız iyi. Belki de benim dışımda gerçekleşen bir durum olduğunu seziyorlar. Onlarla ilgili en çok mutlu olduğum 5 şeyi paylaşıyorum.

1. Kedinin doya doya su içmesi.

Bir tek ben mi kedinin su içmesinden mutlu oluyorum bilmiyorum. Onlar su içtikçe ben rahatlıyorum, mutlu oluyorum. Saatlerce su içseler, oturur izlerim.

2. Tartuffe’un kucağımda oturması

Tartuffe, huysuz kedinin nadir olarak kucağıma gelmesi. Burnunu burnuma sürtüp, hırıldaması. Boynuma yatması, onu sevmeme izin vermesi.

Tartuffe

3. Tartuffe ve Lokum’un yanımda uyuması. Biri ayağımın dibinde, diğeri başucumda. Bazı insanlar hayvanların gece onları uyandırdığını, rahat uyuyamadıklarını söyler. Benim için geçerli değil, ben onlarla çok huzurlu uyuyorum.

4. Temiz çarşaf serdiğimde üzerinde yuvarlanmaları. Karnı açık şekilde bir o yana bir bu yana devrilip bana bakmaları. İşte tam bu anda kuzucukların karınlarını sevebiliyorum.

5. Tartuffe ve Lokum’un birbirini yalaması. Bu sırada Lokum’un hırıldaması. Yakın, yan yana uslu uslu oturmaları. İlk karşılaşmalarının, günlerinin aksine aralarının iyi olduğunu gösteren bu davranışlar içime su serpiyor. Ben yokken birbirlerine destek oluyorlar.🙏

Evde aylardır kimse olmadığı için sabah marketten eve alışveriş yaptım. Alışveriş poşetlerine ücret alıyorlar ama her alışverişte en az bir, bazen iki fiş veriyorlar. Milyonlarca işlemde bir sürü kağıt zararı. Kredi kartıyla alışveriş yapıyorsan kağıt iki çıktıya çıkabiliyor. Aynı dükkanda hediye paketi istediğinde hediye paketine, bantına, süsüne ücret istemiyorlar. Plastik poşet isteyince torbaya ücret talep ediyorlar🙃. Fişleri birçok insan kullanmıyor. Tüm fişler elektronik olabilir mesela. İnsanların e-mailine yollanabilir. Ya da kasada müşteriye isteyip istemediği sorulmalı. Müşteri istemiyorsa basılmamalı. Kasalarda kalan, atılan bir sürü fiş görüyorum. Acayip bir kağıt israfı…

Bize her yer Uludağ


Bursa’ya yazın ilk geldiğimizde şehrin içinde dağları görmek beni heyecanlandırıyordu. Yemyeşil dağlar bir soluk oluyordu. Bize farklı geldiği için etraftaki ahaliye soruyorduk: Bu dağ hangi dağ? Her seferinde Uludağ cevabı aldık. Hangi muhite gidersek gidelim aynı dağın ismi geçiyordu. Sonunda ben de sormayı bıraktım.

İnsan hastane ortamında kimseyi görmüyor. Hep aynı doktorlar, hemşireler. Koridorlar sakin. Fizik tedavi bölümünde birçok hasta rahat yürüyemediği için tekerlekli sandalye kullanıyor. Tekerlekli sandalye sesi bundan sonra bana hastaneyi ve bu dönemimi hatırlatacak. Ses arada bir hımlayan bir makineyi andırıyor. Silindirin, tekerleklerin dönme sesi gitgide yaklaşır. İşte o zaman bir hasta ve bir refakatçi geçiyordur. Dışarının sesi içeriye hiç gelmediği için işte bu hımlayan tekerlekli sandalye sesi tekdüzelikte bir canlılık yaratır. Sonra yavaş yavaş sürtünme sesi azalır, aynı sessizlik yine hakim olur.

Uzun süre hastanede kalan insanlar için danışmanlık desteği olsa ne güzel olur. Refakatçiler için sosyalleşebilecekleri bir ortam olsa, benzer şeyleri yaşayanlardan destek alsalar mesela.

Aylardır sıkıcı bir ortamdayım. Hem biraz hava almak, hem de zaruri ihtiyaçları satın almak için bugün yakındaki AVM’ye gittim. Tam girişinde dışarıda bir restoran var. Girişine reklam olsun diye yemeklerin maketini koymuşlar. Bazıları kopmuş, yıpranmış. Çocukken oynadığımız yemek oyuncaklara benziyor. Reklamın iyisi kötüsü olmaz mı?

Daha önce bir yerde maaşlı çalışınca harcamalara çok fazla dikkat etmiyordum. Kendi işin olunca ayın sonunu nasıl getireceğim duygusu baskın oluyor. Son dönem pandemi şartları ve ekonomik gelişmelerden dolayı daha uygun fiyatla temel giyim parçalarını alabileceğim markaları tercih etmeye başladım. Dünyada da genelde böyle bir eğilim varmış. İnsanlar daha yerel markalara gidiyor ve daha önce denemediği şirketleri deniyor. DeFacto’ya şu ana kadar üç kez gittim. Bugünkü girişimde canlı bir “hoşgeldiniz” ile karşılandım. Hit müzikler, rengarenk deneme kabinleri, satış danışmanlarını çağırmak için kabinde düğme güzel bir deneyim sunuyordu. Kabinler tertemizdi. Hem de çok kalabalık bir günde. Bugün onun öncesinde benzer bir mağazaya daha girdim. Az vaktim olduğu için bir an önce aradıklarımı alıp çıkmak istiyordum. Elbiseler tıkış tıkış, fazla üstüne üstüne geliyor. Kabinleri içler acısı bir haldeydi. Yerlerde elbiseler sürünüyor, bazı kabinlerde sandalye var bazılarında yok. Kabin kolları, kilitleri kırık. Kasadaki danışmanlar ilgisiz, iki üç kez sorunca zorla yanıt alıyorsun. İki marka aynı kitleye hitap ediyor, benzer kıyafetler sunuyor ama yaşadıklarım ne kadar birbirinden farklı. Bazı yöneticilerin vizyonu, çalışan seçimi, çalışanların eğitimleri süreci ne kadar farklılaştırıyor. DeFacto’ya İstanbul’da ilk girişimde de çok ölçülü, samimi ve yardımsever bir tutumla karşılaşmıştım. Yolları açık olsun.

Kilolu biriyim ve Bursa’da kıyafet bulmak konusunda hiç sıkıntı çekmiyorum. Kapalı giyinen kadınlar için bol kesimli, rahat giysiler her yerde. İstanbul’da daha dar giysiler görüyordum sanki. Fiziği benim gibi olanlara Bursa’yı alışveriş için öneririm.

Bekleme Odası


Neredeyse bir sene oluyor. Yaklaşık bir senedir hastanede yaşıyorum. Bugün ailemle TV’de Karadenizli şarkıcıların şarkı söylediği bir program izliyorduk. Uzun saçlı Karadenizli erkek şarkıcılar (böyle bir moda var galiba, saç sakal konusunda Kazım Koyuncu’dan mı ilham alınıyor bilemiyorum) horon oynarken kalkıp oynayasım geldi. Anladım ki bir şekilde bir şeyler anlatmam, içimi dökmem lazım. Yeniden yazmaya başladım.

Bursa aileme şifa getirdi. Bu şehir önce bir bekleme odası oldu bana. Babamla ilgili sağlık haberlerini beklerken bir şey yapamıyorduk. Her sabah hastaneye gidip gelişmeleri öğreniyorduk. Ardından hastanenin beyaz ışıklı, gri ve boğucu havasından çıkıp dışarıda kaldığımız yere yakın bir parkta bekliyorduk. Benzer duyguları yaşayanlar varsa belki içlerini ferahlatırım. Merinos Parkı’nın ağaçları, açık hava kütüphanesi bizi sakinleştirdi. Açık havada, yemyeşil çimenlerde uzanıp kitap okuyabileceğiniz geniş bir alan. Harika bir fikir, diğer illerde de yaygınlaşsa ne güzel olur. Buraya birkaç fotoğrafını bırakıyorum.

Sonra Kozahan. Büyülü bir yer. Bu alanlar bize iyi enerji verdi. İstanbul’da yaşayan biri Bursa’daki insanların yardımseverliğine şaşırabilir. Bursa’daki halk İstanbul’daki insanlar gibi sabırsız değil. Birçok tanımadığımız kişiden çok yardım gördük. Örneğin yol sorduğum biri yolunu değiştirip 10-15 dakika kadar benimle beraber yürüdü, gideceğim yere kadar götürdü. Ya da bir otobüs şoförü gideceğiniz yere ulaşabildiniz mi diye arayıp sorabiliyor. Genel olarak benzer pek çok durumla karşılaştık. İki şehirde de yaşamış olanlar aynı farkı sezdi mi acaba?

Karlı bir geceden yazacaklarım şimdilik bu kadar. Horon oynamak yerine artık akşamları yazacağım.😊

Hiç bu kadar çok kar görmemiştim. Ormanları, ağaçları o kadar kestik ki belki atmosfere zarar verdik. Hala yağıyor!

Tek özlediğim, kedilerim. İlk defa bu kadar ayrı kalıyoruz. Ne kadar alışmışım onlara, bir parçam eksik, kalbim buruk. Onlara kavuşana kadar Bursa’nın İstanbul’a göre ürkek kedilerini öpüyorum. 🥰

Yılın Ürünü: Kamp Sandalyesi


Koronavirüs için tedbir kapsamında yasaklar, kapanma sonrası kendimi dışarı attım. Fenerbahçe sahilden Erenköy’e kadar yürüdüm.

Sahile doğru yürürken bazı yerleri kapalı, sakin gördüm. Mesela spor salonları. Spor salonları üyelik sayesinde kar ediyor olabilir. Birçok kişi altı ay, bir sene için üye oluyor ilk hevesi geçince spor yapmak için çok az salona uğruyor.

Sadece üyelerin spor salonuna geldiği gün üzerinden bir fiyatlandırma yapılsa spor yapmak isteyenler için ekonomik, çekici olabilir. Bazı spor salonları bu yöntemle bir farklılık yaratabilir. Açık havada spor etkinlikleri düzenlemek de bu dönemde daha uygun olabilir.

Yılın ürünü ise çimlerde, plajda, sahilde ve her yerde gördüğüm katlanır kamp sandalyesi olabilir. Sahil yolunda günlük kiralayan satıcı bile gördüm. Sana ait olduğu için salgın sırasında daha temiz, güvenli bir tercih sanki. Almayan kalmadı diye düşünüyorum. Yönetmen, rejisör koltuğu diye adlandırılan bu sandalyeleri sanki Kızılay dağıtıyor.

Kalabalığa sırtımı dönüp denizi izlerim dediğimde beni farklı bir manzara karşılıyor. En çok üzüldüğüm, içimi acıtan şeylerden biri deniz kirliliği. Bilimsel adını bilmiyorum ancak deniz salyası diye bilinen deniz üzerinde çamur gibi biriken bu tabaka korkunç görünüyor. Bir tarafımda sahilin çimleri, diğer tarafta kusan bir deniz.

Salyanın temizliğiyle ilgili bir çalışma göremedim. Mesela Büyük Kulüp’ün iskelesinin olduğu yerde bir birikme var. Herkes bazı şeyleri birbirinden bekliyor. Halbuki denizin temizlenmesi için bir el atsa ne güzel olur. Belediyenin de bir çalışmasını göremedim. Durum sanki kendi haline bırakılmış gibi. Doğanın dengesini bozduk bekliyoruz.

Uzun zamandır inmediğim, gözümde tüten sahilde yolculuğum Caddebostan’daki meşhur köşkün orada sona erdi. Metruk köşk Caddebostan’ın simgesi oldu. Burayı müze olarak değerlendirseler, bakımını yapıp dışarıya açsalar harika olur. Anadolu Yakası’da müzeler az, bu yokluğu kapatabilir. Mesela Salt Galata gibi bir mekana dönüştürülebilir.

Elveda İstanbul…

WhatsApp Haberleri


İş kurduğumdan beri kişisel amaçlı sosyal medya, mesajlaşma uygulamalarını pek kullanmıyorum.

Olumlu yanları olduğu gibi olumsuz yanları da olabilir. Tartışılabilir bir konu.

Çevremde gözlemlediğim kadarıyla WhatsApp’de yoğun bir bilgi akışı var. İnsanlar bir gruptan aldıkları mesajları diğer grupta paylaşıyor. Bilgi dakikalar içerisinde daha büyük bir kitleye ulaşıyor. Gruplardaki çoğunluğun bu bilgi akışına katıldığını görüyorum.

Uygulamada haberlerin tanıdık bir yerden bize ulaşması güven veriyor. Bu nedenle daha hızlı paylaşabiliyoruz. Facebook için de aynı şey söylenebilir. Orada ölçüm de daha kolay oluyordur.

WhatsApp’de bir haberin, videonun veya yazının ne kadar kişiye ulaştığını takip etmek zor olabilir. Ancak müthiş bir etkisi var.

WhatsApp haberciliği yapılabilir. Yoğun, etki sahibi birkaç gruptan seçili haberleri, videoları paylaşsan gün içinde akşama kadar birçok insana ulaşır.

Ayrıca pazarlamacılar bu alana pek el atmamış görünüyor. Gizli reklam, reklam için müthiş bir potansiyeli var. Tanıdıklardan geliyor. Telefonda olduğu için diğer reklamlara göre daha yakından okuyor, izliyorsun. İş için değilse daha müsait bir zamanda, rahat bir ortamda bakıyorsun. Sinemadaki gibi çevrendeki dikkat dağıtıcı unsurlar daha az. İçerik çabuk yayılıyor. Özellikle sabah günün haberleri, mesajlaşmalar havada uçuşuyor.

Grupların, kişilerin kullandığı kelime sıklığına göre insanların sektörleri bilinebilir. Buna ilave olarak Facebook uygulamayı satın aldığı için arka planda kimin kim olduğunu saptayabilir. Yani pazarlamacılar reklam vermek istediklerinde bu verileri kullanabilse doğru kişilere etkili şekilde ulaşabilir.