
Koronavirüs için tedbir kapsamında yasaklar, kapanma sonrası kendimi dışarı attım. Fenerbahçe sahilden Erenköy’e kadar yürüdüm.
Sahile doğru yürürken bazı yerleri kapalı, sakin gördüm. Mesela spor salonları. Spor salonları üyelik sayesinde kar ediyor olabilir. Birçok kişi altı ay, bir sene için üye oluyor ilk hevesi geçince spor yapmak için çok az salona uğruyor.
Sadece üyelerin spor salonuna geldiği gün üzerinden bir fiyatlandırma yapılsa spor yapmak isteyenler için ekonomik, çekici olabilir. Bazı spor salonları bu yöntemle bir farklılık yaratabilir. Açık havada spor etkinlikleri düzenlemek de bu dönemde daha uygun olabilir.
Yılın ürünü ise çimlerde, plajda, sahilde ve her yerde gördüğüm katlanır kamp sandalyesi olabilir. Sahil yolunda günlük kiralayan satıcı bile gördüm. Sana ait olduğu için salgın sırasında daha temiz, güvenli bir tercih sanki. Almayan kalmadı diye düşünüyorum. Yönetmen, rejisör koltuğu diye adlandırılan bu sandalyeleri sanki Kızılay dağıtıyor.
Kalabalığa sırtımı dönüp denizi izlerim dediğimde beni farklı bir manzara karşılıyor. En çok üzüldüğüm, içimi acıtan şeylerden biri deniz kirliliği. Bilimsel adını bilmiyorum ancak deniz salyası diye bilinen deniz üzerinde çamur gibi biriken bu tabaka korkunç görünüyor. Bir tarafımda sahilin çimleri, diğer tarafta kusan bir deniz.
Salyanın temizliğiyle ilgili bir çalışma göremedim. Mesela Büyük Kulüp’ün iskelesinin olduğu yerde bir birikme var. Herkes bazı şeyleri birbirinden bekliyor. Halbuki denizin temizlenmesi için bir el atsa ne güzel olur. Belediyenin de bir çalışmasını göremedim. Durum sanki kendi haline bırakılmış gibi. Doğanın dengesini bozduk bekliyoruz.
Uzun zamandır inmediğim, gözümde tüten sahilde yolculuğum Caddebostan’daki meşhur köşkün orada sona erdi. Metruk köşk Caddebostan’ın simgesi oldu. Burayı müze olarak değerlendirseler, bakımını yapıp dışarıya açsalar harika olur. Anadolu Yakası’da müzeler az, bu yokluğu kapatabilir. Mesela Salt Galata gibi bir mekana dönüştürülebilir.
Elveda İstanbul…