Monthly Archives: May 2018

Burada bol dedikodu var!


Başkalarıyla uğraşmakla vakit kaybetmeyen, önüne bakıp dönüştürmek için emek harcayan tüm cesur insanlar için yazmak istedim. Çünkü birlikte daha güçlüyüz.

Benim gibi kardeşi olmayanlar için arkadaşlar mühimdir. Bu yazıyı 10 küsür senedir yanımda olan birkaç arkadaşıma yani kardeşlerime ithaf ettim. Yanında senin mutluluğunla mutlu olan insanların olması ne önemliymiş meğer.

Başlıktan anlaşılacağı üzere yazı dedikoduyla ilgili. Şimdi adım adım birkaç hafta öncesinde gözlemlediğim örnek olay üzerinden öğrendiklerimi paylaşacağım. Birinci öğrendiğim şey insanlarla güvene dayalı ilişkiler kurmuşsanız size yardımcı oluyorlar. O yüzden sizi tanıyan “böyle bir şeyi söylemez, demez” diyip uyanan kişiler yanınızda yer alıp sizi dedikoduyu çıkaran kişiye karşı dikkatli olmanız için uyarıyor. İnsanlara daha önce kendinizi anlatmış ve iyi ilişkiler kurmuş olmak her zaman size olumlu dönüyor.

stuffyoushouldknow-podcasts-wp-content-uploads-sites-16-2015-12-gossip_600x350

Dedikodu yapıldığını anladığınızda verilebilecek tepkiler :

  • “Hadi ya niye böyle bir şey uydursun ki, niye yani?”
  • Şaşkınlık
  • Bu kişiyle iletişim kurduğunuz için kızgınlık.

Ne hali varsa görsün tavrıyla terk etme eğilimi gösterenlerdenseniz koşarak ayrılıp, bir daha arkanıza bile bakmayabilirsiniz. Veya daha beterini yapıp, ateşe ateşle karşılık verebilirsiniz.

Bazen koşarak ayrılmak yetmez. Sürpriz; hatta uzaklaşmak için gittiğiniz yerlerde dedikoduyla yeniden yüz yüze gelebilirsiniz. Örneğin birden insanlar sizi biriyle yalnız bırakmak için çaba gösterir olabilir böylece tatil için gittiğiniz yerde bu anlamsız hareketlerden dolayı daha da stres yüklenip geri dönebilirsiniz. Ulan ne oluyor derken dedikoduyu çıkaran kişinin hayattaki biricik motivasyonunun “sosyalleşme” olduğu aklınıza gelebilir. O yüzden sizi de kendi algısıyla görmektedir belki.

Dedikodunun sebebi belki de kıskançlık. Bir insanın özdeğerini tabii ki işi, ailesi, arkadaşları vb. belirlemez ama bir fikir verebilir. Bir aile kurmamışsa, tutkusu olan bir işi, dünyayı değiştirmek için bir amacı yoksa oyalanmak için bu yolu seçebilir.

Siz başarılı bir sunumcuya ve öğrenmeye bayılırken o aynı kişiyi başarısından dolayı kıyasıya eleştirebilir, anlam veremeyebilirsiniz. Siz başarılı bir şey yaptığınızda benzer şeyleri yapmaya çalışıyorsa ve benzer durumları ön plana çıkarmaya çalışıyorsa anlayın artık canım 🙂 kıskanç biriyle karşı karşıyasınız. Ayrıca ilgi görmemiş kişiler de dedikodu üzerinden kendi statüsünü artırmaya ve ilgi görmeye çalışıyor olabilir.

İyiliği seçip iletişiminizi hemen sınırlandırın; ayrıca karşınızdaki kişinin olumsuz duygulara sahip olabileceğini düşünerek düşüncelerinizi paylaşmayın. Böyle bir durumda bundan beslenen insanların daha fazla kötülük yayabileceğini aklınızdan çıkarmayın. Sorarsa diplomatik olun, yuvarlak cevap verin. Zaten zamanla farklı insanların bu kişiyle ilgili benzer anılara sahip olduğunu öğreneceksiniz. O yüzden yeri geldiğinde çevrenizdekilere kulak verin ve büyük sözü dinleyin. Bu durumda aileniz ve arkadaşlarınız en büyük manevi desteğiniz, bir sıfır öndesiniz. Çünkü bu gibi insanlar benzer davranışları çevresindeki diğer insanlara da gösterdiğinden zamanla yalnız kalıyor.

Bu sırada kızgınlıkla, üzüntüyle içinize kapanmayın. İletişim esas. Çünkü dedikodu hızlı yayılabiliyor, kendinizi anlatın ve görünür olun. Uydurulmuş veya yalan bilgiyi silin, esas doğru bilgiyi aktarın.

Bu olaydan öğrendiğim bir diğer şey, birini onunla aramda olan birebir iletişime göre değerlendirmenin ne kadar esas olduğuydu. Birisi başkasının arkasından konuşuyorsa artık biliyorum ki benim hakkımda da başkalarına bir şeyler söylüyordur. İletişimimi hemen kesiyorum veya duruma göre asgariye indiriyorum. Size de tavsiye ederim.

Bu tip insanları bazen anlayamıyorsunuz çünkü iyi görünüyorlar. Başarılı olmanızı istediklerini, yardım etmek istediklerini söyleyebilirler ancak onların izin verdiği ölçüde veya onların önüne geçmediğinizde. İnsanoğlu aslında bu yönlerden ne kadar ilkel, yüzyıllardır aynı şeyleri konuşuyoruz ama yine de karşımıza çıkıyor. Aldanıyoruz, düşüyoruz ve yeniden kalkıyoruz.

Sonuç: Sizi geliştirecek insanları yanınızda tutun. Zaman az, yapılacaklar fazla dolayısıyla boş insanlara vakit ayırmayın. Yol verin gitsinler.

İlham


dilemmaSon zamanlarda yeni bir işle meşgul olduğumdan tiyatro günlüğünü ihmal ettim. Sezon kapanmaya yakın görmek istediğim en iyi oyunların listesini yapıp haftasonu iki oyun birden izledim. Tam isabet, ilhamı eskilerin üzerine bir şeyler koyup yakalayanları buldum.

İstanbul Devlet Tiyatrosu ve Bayrak ismini görünce çok klasik bir oyun olabilir endişesiyle izlemekten imtina etmiştim. Afişinin yanından geçerken bir arkadaşın Berkun Oya’nın yazdığı oyun demesiyle aydınlanıp izledim. Diğeri de Pürtelaş Tiyatro’nun Martı’sı. Her iki oyun da bir yenilik getirdiği için bana çok daha yakın geldi.

Bayrak’ta her şey ters köşe, bir şey bekliyorsun bambaşka bir şey oluyor. Özellikle ağabeyin hikayesinde bunu daha çok hissettim. Metni doğal buldum. Sadece “40 yıldır evliyiz” gibi cümlelerle geçmişi anlatma derdi beni geriyor. Zaten evli çiftin, anne bababın hallerinden uzun zamandır evli oldukları belli. Sürekli geçmişe atıfta bulunulmasa daha iyi olabilir. Oyunun doğallığını bozan oyuna sonradan dahil olan yazar karakteri, Amerikan filminden fırlamış gibi görünüyor.

Çiftin küçük oğulları birini öldürmüştür. Onların çocuklarını korumak ve polise gitmek arasında kalma durumu anlatılıyor. Bir çelişki de dikkatimi çekti. Baba küçük oğluna karşı çıkarken aynı şeyi büyük oğlu yaptığında ona yardım ediyor. Oyunun buhranlı atmosferini dekor ve ışık değişerek çok kararında vermiş, ışıkla ağaçların şeklinin verilmesi yaratıcıydı. Oyunda sigara içilmesini çok eleştiren olmuş, sigara içiyor gibi yapmak biraz eğreti durabiliyor dolayısıyla ben endişe durumuna sigarayı çok yakıştırdım. Murat Sarı’nın oyunculuğu gibi doğal oyunculuklar olduğu için sigara sırıtmamış, hatta daha iyi olmuş.

Bir tek ilk perdenin sonunda küçük kardeşin karısının onu aldatması sonrası öldürme sahnesi bana aşırı geldi. Şiddeti bu denli göstermeselerdi olurdu. Sahne biraz rahatsız ediciydi. Ancak hemen ardından sahne arasında oyun devam ediyor, oyundan kopmuyorsun.

Zamanın ileri geri gidişlerini sahnede izlemek heyecan vericiydi. Seyircide merak duygusunu hep ayakta tuttular. İlk perdenin sonuna doğru oyun yükseldi. Oyunun yükselişi, alçalışı çok ayarındaydı.

Ali İpin’in zaten iyi bir oyuncu olduğunu biliyorduk. İlk defa izlediğim Deniz Çom’un oyunculuğunu da çok beğendim. Alkışta çok alçakgönüllü duruyordu, kendinden epey farklı bir rolü oynamış diye düşündüm.

Martı, yıllar önce yazılsa da konu insan olduğu için hep güncel. İnsanın kırılganlıklarıyla ve farklı görünüşleriyle her zaman daha gerçek. Her iki oyunda da iletişimsizlik olayları nihai durumuna sürüklüyor.

Martı kesinlikle farklı bir yorumdu, oyunun akışı sahnelenişi çok dinamikti. Tek perde Uniq gibi koca salonu ayakta tutmak zor bir şey. Oyundan hiç kopmadım. Yine Arkadina’yı oynayan Tilbe Saran’ın iyi bir oyuncu olduğunun farkındaydım ama Maşa kesinlikle harikuladeydi. Treplev’i canladıran Boran Kuzum ve Maşa’yı canlandıran Gonca Vuslateri çok yetenekli oyuncular. Her ikisi de sahnede ilk defa izledim, bundan sonra daha çok takip edeceğim. Oyunun bu güncel yorumu bence bu kadar çok insana dokunmasını sağladı, oyuna çok zor yer bulunabiliyor.

Oyunun çevirisini daha önce Ataol Behramoğlu’ndan okumuştum. Ancak oyundaki versiyon çok daha iyiydi, doğallığının başarısında rolü çok büyük diye düşünüyorum. Örneğin Nina’nın son ünlü tiradında “Kendine inanmayı bırakma” gibi bir cümle geçiyordu, bu tam oturmuş. Daha önce okuduğum metinde “inançlı ol” gibi bir cümle vardı ancak oyundaki “kendine inan, yeteneğine inan” anlamındaki yorum daha yerindeydi. Yine İş Bankası Yayınları’ndan çıkan metinde Nina, Yelets’e gitme sebebini “Bütün kış angajmanım var” diye açıklıyordu. Oyunda ise angajman gibi iğreti kelimeler yoktu, çok yalın bir çeviriydi.

Karakterler derin ve yüzeyde görünmeyen çok farklı kişilik özelliklerini yansıtıyor. Hepsi birbirlerinden farklı, gölün umuduyla yaşamaya tutunmaya çalışıyorlar. Karakterlerin kendi varlıklarıyla ilgili ikilemleri var. Bayrak’da ikilem kişinin ailesi ve değer yargılarıyken, Martı da ikilem karakterlerin içlerindeki çatışmadan çıkıyor belki.

creHer iki oyun da yaratıcılığın baştan, yoktan bir şey var etmek, bulmak olmadığını kanıtlıyor. Trigorin’in topladığı imgeler, deneyimler gibi aslında sürekli yaratıyoruz, eskinin üzerine koyarak devam ediyoruz. Keşke bu tip oyunların sayısı artsa…