Tanıdık ortamlarda kendimizi güvende hissediyoruz, çevremizde hep tanıdık kişiler görmek istiyoruz. Kriz ortamı kültürel olarak yıllardır içimize işlediği için hep bir geleceği bilme ihtiyacı içerisindeyiz. Belki Türklerin diğer kültürlere göre fallara bu kadar düşkün olmasının sebebi bu belirsizlik ortamıdır. Sürekli mali olarak yarın ne olacak kaygısı bizi düşündürtüyor bu nedenle geleceği öğrenmek istiyoruz. Her şeyi son dakikaya bırakma, son anda harikalar yaratabilme yeteneği genetik kodlarımıza kadar işlemiş. Bu nedenle Türk yöneticilerin dünyadaki uluslararası şirketlerin kriz yönetimi gerektiren pozisyonlarında bir numaralı aday olması hiç şaşırtıcı değil: https://www.capital.com.tr/haberler/tum-haberler/what-do-they-think-of-turkish-executives
Bu yaz gittiğim Fethiye’de insanları tanıdık bir ortamda, evinde hissettirme uğruna neler yapılabileceğini gördüm. Marka isim katliamı olmuş ancak resimdeki dükkanlarla markanın asıl sahiplerinin uğraşacağını bile düşünmüyorum. Durum içler acısı şöyle ki tüm dükkanlar neredeyse İngiltere’deki mağazaların isimlerinin bir harfle değiştirilmiş hali, bazı zamanlarda da benzer logo ve yazı stilleriyle isimlerin çarpıtılmış hali. Bu plan Fethiye’de yaşayan İngilizleri daha çok satın almaya itiyor mudur bu bir araştırma konusu olabilir.
Esnaf kakafoniden, her şeyi biraraya getirme ve satma kültüründen bir perakende kültürü çıkarmış. Aynı mağazada terlik satıyor, biblo satıyor, çakmak satıyor, oyuncak satıyor. Ne bulursa dükkana yerleştirmiş. Sadece rengarenk ve kalabalık olduğu için içeri bakma ihtiyacı hissediyorsun. Belirli bir alana odaklı ürünleri satma anlayışı yok. Işıl, ışıl rengarenk geniş mağazalarla algıyı çekmeye çalışıyor. Bu da onların kriz yönetimi belki. Türkiye’deki terör olaylarından sonra az gelen turisti de elinde tutmaya çalışıyor, nereden hangi ürün ihtiyacından yakalarsam kardır diye bakıyor.