Gossip Girl başlayalı 6 sene olmuş, geçmiş bölümleri hatırlamaya çalıştığımda parça parça aklıma geliyor yaşananlar. İzlediğimde zihnimi boşaltan ama çok daha matah bir olay yaşanmayan diziyi gazetelerin magazin ilavelerine benzetiyorum. Baktığında gülümsersin, geçip gidersin; zihinsel günlüğüne bir şey katmaz ama yine de okursun, izlersin. Gizliden gizliye kimseye çaktırmadan izlediğim bu dizinin insanın hayatının altı senesini almış olması şaşırtıcı.
Geçenlerde son bölümü olduğunu bilmeden izledim, bitince hüzünlendim. Birkaç kuşağa hitap ettiler diye düşünüyorum. Bilmeyenler için peri masalı gibi bitti, diziyi ana karakterlerden zamanla bileğinin hakkıyla alan Blair ve Chuck’a selam olsun:)
Son sezon karakterlerin giysileri ilham vericiydi, aralarda çalan müzikler de şahaneydi. Çoğu zaman birçok şarkıyı bu diziden keşfettim, sonrasında da aynı şarkılar hit oldu. Son bölüme çaktıkları Imagine Dragons’tan “It’s Time” ne derin şarkıdır, aklımda It’s Time ve New York dinamizmiyle kalacaklar.
Artık gruplar ya da şarkıcılar yok, şarkılar var… 2010’lar şarkıların devri olacak sanıyorum. Her yeni şarkıcı bir şarkıyla akılda kalıyor, gerisi gelmiyor. Umarım Imagine Dragons için aynı şey geçerli olmaz, müzikleri daim olur. Bana Kings of Leon tadı verdi bu grup.
İzleyecek dizi de kalmamış oluyor böylelikle. Game of Thrones zaten ara verdi; bir tek Dexter ilerliyor o da yakında biter zaten. 2013’te evde oturma sebebi kalmadı galiba. Umarım bu durum yıl boyu gezmelere vesile olur.
Ben de 2013’e Bodrum ziyaretiyle başladım, kışı çok hüzünlü oluyormuş bunu gördüm. Kışın Bodrum’da yapılabilecekler arasına sahil boyunca bol bol yürümek, Gemibaşı’nda balığın en iyisini yemek, Kale’yi isli sisli puslu görmek, Marina’da dolanmak, kışın da yazın olduğu gibi dolu olan Marina Yacht Kulüp’te güzel müzik dinlemek, giderayak Sünger Pizza’da pizzaları mideye indirmeyi ekledim. Starbucks’ların ilçedeki mimarisini ne güzel farklılaştırmışlar, mis gibi açmışlar ama kışın iyi bakılmıyor, her yer çöp; iç ve dış cepheler, yerler leke içerisinde. Taksim’deki ara sokak barlarının perişanlığını hatırlattı bana. Halbuki harikulade yerlerde harikulade binalarda olduğu için el üstünde tutmaları, mağazalara çiçek gibi bakmaları lazım. Starbucks markasına kalpten bağlı biri olarak bu durum beni çok üzdü.
Eski bir dostu ziyaret edip iyi olduğunu görüp; geri dönmek gibi Bodrum’u Balıkçı’nın bir kitabını alıp terk ettim. Kitabı okuduktan sonra zaman olursa baharda yine ziyaret etmek isterim, bu sefer Balıkçı’nın gözünden görmeye, anlamaya çalışarak…