Monthly Archives: February 2012

Don Juan’ın Gecesi


Yeni sezonda Şark Dişçisi’nden sonra gittiğim ikinci oyun Don Juan’ın gecesiydi. Oyun Atölyesi’nin kendi oyunları her zaman salonu dolduruyor, 27 Kasım’da da salonun tamamı haliyle doluydu.

Bu yazıyı tamamen oyunla ilgili yazmaya niyetlenmiştim ancak eve gelip oyunun kitapçığını okuyunca tiyatroya bakış açısıyla ilgili bir şey yazmak istedim.

Oyunun yönetmeni Kemal Aydoğan oyunla ilgili kitapçıkta, oyunla veya tiyatroyla ilgili düşüncelerden çok Türkiye’de özel tiyatro yapmanın zorluklarından bahsediyor. Oyun Atölyesi’nin her oyunu tam dolu seyirciye oynuyor fakat oyunun yönetmeni yine de özel tiyatro yapmanın zorluklarından bahsetmek istemiş. Her sahnelenen oyun dolu seyirciyle dolu oynuyorsa, biletler hemen tükeniyorsa tiyatro mu yönetilemiyor ya da gençler arasında mı tiyatroyla ilgili heyecan yaratılamıyor bilemedim. Bu iş zaten o tiyatronun yöneticilerine düşmüyor mu? Bir çözüm getirmeden “ödenekli tiyatro, özel tiyatro ayrımı yaparak” yine aynı amaca tiyatroya hizmet veren diğer kurumları eleştirmenin çok yapıcı bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum. 

Seyirci olarak bu tartışmadan hakikaten bıktık. Özellikle parasal konuların bu kadar çok seyircinin gözüne sokulması itici geliyor.

En az on beş senedir Türkiye’de tiyatroyla alakalı medyada her rastladığım konuşmanın bu konu çerçevesinde dönmesi acı bir şey. Türk tiyatrosunda tartışılabilecek, düşünülmesi istenen başka hiçbir şey yok mu?

Elbette bahsedilen tiyatro için önemli bir konudur. Tiyatroya emek veren insanların biraraya gelip aynı ortamda konuyu tartışması ve aksiyon almak için harekete geçmesi daha çözüm odaklı olur. Muhtemelen bu tarz girişimler de vardır ancak devamı getirilemiyor diye düşünüyorum.

Klasik tiyatro ve seyircisi her zaman olacak ancak farklı  şeyler denemek farklı grupların özellikle gençlerin yeni izleyiciler olmasını sağlayabilir. Zaman çok hızlı, insanlar az vakitte çok şey görmek ve eşsiz bir deneyim tatmak istiyor. Bu anlamda tiyatronun biraz hantal kaldığını düşünüyorum. Elbette son zamanlarda ses getiren bu tip projeler var ve iyi ki varlar. İlk aklıma gelenlerden bazıları Dot Tiyatro, Altıdan Sonra Tiyatro, Krek Tiyatro Topluluğu…

Aslında özel tiyatrolar, ek mecraları kullanarak küçük bütçelerle fark yaratabilir. Sanatta pazarlama farklı bir alan belki bu alanı tiyatroculardan çok bu işte yoğunlaşan farklı profilde birilerinin yapması daha etkili olur.

Örneğin neden bir oyuna özgü kurulan internet sitesi olmasın. Burada oyun sonrası karakterlerin hikayelerinin devamına, seyirci paylaşımlarına yer verilebilir. Tiyatro cafelerinde metin okumaları, kişiye ve gruplara özgü performanslar da yapılabilir. Mesela böyle bir performansı bir daha başkasının göremeyecek olması, sahne yerine gerçek mekanların kullanılarak bir deneyim hazırlanması beni çok heyecanlandırırdı. 

Tiyatro cafeleri konsept anlayışıyla işletilse, oyuna ait hediyelik şeyler küçük bir dükkanda satılsa özel tiyatrolara güzel ek bir gelir getirebilir.

Sonunda Don Juan’ın Gecesi’ne gelirsek performans harika. Oyun Atolyesi’nin diğer oyunları gibi Haluk Bilginer çok ön plana çıkmamış, tam bir ekip çalışması olmuş. Don Juan’la Madam Cassin’in sahneleri bana çok samimi geldi. Işık, dekor ve müzik sade ama aynı zamanda derin. Kadın ve erkek ilişkileriyle, var olmakla ilgili tekrar düşünmemi sağladıkları için tüm ekibe çok teşekkür ediyorum.

Perakendenin Kozası


Ortaokul ve lise yıllarında içimde dışarı çıkıp alışveriş yapmak için bir heves olurdu. Heralde yanımda büyüklerden biri olmadan tek başına bir şeyler almanın heyecanıydı bu. Şimdi alışverişe çıkmak, bir şeyler almak için bakınmak angarya gibi geliyor. Geçen sene bir dönem Los Angeles’a bir seyahatim olmuştu, sadece orada birkaç mağazayı görüp heyecanlanmıştım.

Şu sıralar perakende durgun bir dönemde. Birbirine benzer ürünler, benzer beyaz sütunlar, benzer satış elemanları bu durgunluğu daha da perçinliyor.

Her yerde aranılan şeyler çok çabuk bulunuyor ve maliyetlerle çok oynanamadığı için ürün fiyatları arasında pek fark olmuyor. Bu nedenle fiyat ve promosyon odaklı bir yaklaşım gelecek yıllarda pek mümkün görünmüyor.

Birkaç alanda perakendenin bu kaskatı kozasını kırabileceği fırsatlar var:

1) Mağaza, market vs. içinde eğlence!!!

Çoğumuzun televizyon izlemediği, birçok şeyi internetten yaptığı ve izlediği bir dönemde aslında mağazaların kendini farklılaştırıp, reklam olarak kendini birebir kullanabileceği o kadar yol var ki. Bir şeyler satmak için insanları kapıdan içeri sokmak ve sonra da orada onlara heyecan verici bir şeyler yaşatmak bu sektörün geleceği olacak gibi görünüyor.

Bir mağazaya girdiğimizde ürünün değil o markanın “albeni”si oluyor. Bahsettiğim yolculuğumda karşılaştığım birkaç mağazadan bahsetmek istiyorum. Abercrombie’ye veya Forever 21’a girdiğimde mağazanın kokusu, çalışanların enerjisi ve konuşma tarzı, çalan müzik, görsellerin tümünün verdiği mutluluk, o mutluluğu sanki satın alacakmış hissini veriyor. Bu nedenle oraya ayaklarımız götürür oluyor.

Mağaza içinde, çevresinde gerçekleşen konser, parti, uygulama, sergi ve bilimum aktiviteler markaları farklılaştırıyor. Mesela Bağdat Caddesi’ndeki Mithat Selection eski ve bir aile şirketi olmasına rağmen yazın mağaza önünde mini konserler düzenler, kışın kestane pişirip ikram eder:) Fashion Night Out da bu kategoriye verilebilecek örnekler arasında.

2) Hız

Hepimiz için zaman kararları önem taşıyor. Özellikle her gün aldığımız market alışverişlerinde veya yiyecek, içecekte bir an önce karnımı doyurayım, işim bitsin düşüncesi var.

Mağaza kiralarının çok yüksek olduğu bu dönemde kiosklar hızlı alışverişte güvenli  bir ortam sağlayabilir. Kiosklar, maliyeti düşük küçük kutu mağazacıklar her marka için çoğalacak bence.

Bir de her mağazanın ayrı sadakat kartı var, hiçbir zaman alışverişte alışveriş yaptığım markanın kartını denk getiremiyorum. Bir şekilde yanıma almamış oluyorum:) Tek bir kartta hepsi toplanırsa, kredi kartına veya cep telefonuna bu sadakat programları tanıtılırsa çok daha hızlı ve avantajlı alışveriş gerçekleşir.

Tabii teknolojik çözümler hizmeti hızlandıracak. Müşteriyi tanıyıp, seçeceği ürünü sunan hatta o sormadan öneren  telefon, kart sistemleri için birçok fırsat var.

3) Keşif Mağazaları

Farklı ürünlerin birarada sunulduğu, içeride vakit geçirten, bakındıkça bambaşka ürünler keşfettiren mağazalar; Anthropologie, ABD’deki Apple mağazaları, Tchibo gibi.

4) Kişiye Özgü Herşey!

Hepimiz farklı, bize özel hizmetin peşimdeyiz. Markalar müşterisine göre her şeyi yeniden tasarlıyor.

Nike ayakkabılarınızı NIKEiD’yle tam istediğiniz gibi yaratabiliyorsunuz. Mağaza içerisindeki ekrandan ayakkabınızın materyalini, rengini ve modelini seçip siparişi veriyorsunuz.

Daha geniş bir kitleye örnek de Almanya’dan. Kaiser marketlerinde her şey yaşlılar için. Raflar yaşlı insanlar uzanabilsin diye yüksek değil, koridorlarda yorulanlar için banklar, raf önlerinde görmeyi kolaylaştıran büyüteçler var. Ayrıca her etiket okunaklı olsun diye kocaman.

Türkiye’de perakende için daha girişimci insanlar bir heyecan yaratabilir, renklendirebilir sokakları.

Bu heyecanı İstanbul’da yaratan bir iki yerden bahsederek yazımı bitiriyorum. Yiyecek sektörü her yıl daha da büyüyor. Şehirde yaşayan insanlar yediklerine daha çok dikkat ediyor. Bağdat Caddesi’ndeki Namlı ve Makro Marketleri bu açığı çok iyi gördü ve farklı yiyecek, içecek alternatiflerini hoş bir ortamda insanlara sundu. Birçok çeşit taze sebze ve meyve, şarap, peynir, sos, gurme yiyecek, çikolatanın bulunduğu bu mağazalar şarküteri atmosferinden vakit geçirilecek hoş ortamlara dönüştü. Bu tarz ürünleri hem market olarak satıp hem de içeride hemen tüketmek için restoran sağlayan yiyecek marketleri için İstanbul ve Ankara bundan sonrası çok uygun şehirler.

Örnekler çoğaltılabilir tabii, artık insanları kapıdan içeri sokmak için çok farklı şeyler yapmak, birebir onları çağırmak gerekiyor.

Zaten Türkiye’de birçok insan gezmeyi ailece alışveriş merkezine gitmek olarak algıladığı için pazarlama aktiviteleri mağaza, market, cafe vs. içerisine gittikçe daha çok kayacak.

İnsan faktörü bence burada etkili olacak çünkü Türkiye’de hizmet yurdışında verilen hizmetle karşılaştırıldığında hep daha samimi. Bu sıcaklığı müşterilere ulaşmak için kullanırsak fark yaratabiliriz.